Hat

İstanbul'un fethinden itibaren Osmanlı Devleti yalnız askerî ve siyasî bakımından değil, kültür ve sanat cihetinden de yüceliğe erişmişti. Hat sanatında Yâkut ( ? -698/1298) gibi Amasyalı olduğu bilinen Şeyh Hamdullah (833/1429-926/1520) önceleri Yâkut uslûbunu en güzel ve mükemmel biçimiyle yürütüyorken, hâmîsi ve talebesi Sultan II. Bayezid in (1450/1512) teşvik ve tavsiyesi üzerine, Yâkut un eserlerini bir estetik kıymetlendirmeye tâbî tuttu ve kendi sanat zevkıni de katarak bunlardan yeni bir tarz çıkarmayı başardı.

Kanūnî Sultan Süleyman çağında Yâkut tavrını en parlak biçimiyle yeniden canlandıran Ahmed Karahisârî nin ( ?-963/1556) yazı anlayışı kendisinden sonra unutulmuş; Şeyh Hamdullah yoluna karşı duramamıştır.

Şeyh Hamdullah devrinde, Yâkut yoluyla intikal eden altı cins yazıdan Sülüs ve Nesih, Türk zevkıne çok uygun geldiği için sür atle yayılmış; eski devirden farklı olarak, Kur ân-ı Kerîm in yazılmasında sadece Nesih hattı kullanılmaya başlanmıştır.

Altı yazının diğer ikisinden biri olan Rık a, daha câzip bir uslûba bürünerek Hatt-ı İcâze adıyla bilhassa hattat imzalarında ve icâzetnâmelerinde yer almış, Tevkî ise pek ender kullanılmıştır.

XVII. asrın ikinci yarısında İstanbul un sanat ufku yeni bir hat nûruyla aydınlandı. Hâfız Osman (1052/1652-1110/1698) adındaki bu hat dehâsı, vaktiyle Şeyh Hamdullah ın Yâkut tan yer yer seçip topladığı yazı güzelliğini bir elemeye tâbî tuttu ve eskisine göre daha da sâfiyet kazanan, kendine has bir hat şîvesi ortaya koyarak, o vâdîde yazmaya başladı. Artık Şeyh uslûbu, yerini Hâfız Osman ınkine terk ediyordu.

Dîvânî ve Celî Dîvânî yazılarının en mükemmel seviyeye XIX. asır sonlarında ulaştığını kaydedip, biraz da Osmanlılar da ta lîk hattından söz edelim. XV. asrın ikinci yarısından beri kullandığımız bu yazı nev inin bizde hakkıyla ele alınışı, İran ın mâruf tâlîk üstâdı İmâdü l-Hasenî (?-1024/1615) den sonra olmuştur. Türk hattatları bu uslûbu öylesine benimsemişlerdir ki, üstün başarı gösterenlere İmâd-ı Rûm (Anadolu nun İmâdı) denilmesi âdet hükmüne girmiştir.

Görülüyor ki yazı sanatımızda devamlı bir süzülüp arınma ve uslûplaşma hareketi vardır ve bunlar yazının esasını bozmadan yapılmıştır. Mîmârî, mûsıkî, resim ve tezyînî sanatlarımızın, Batı tesiriyle soysuzlaşmalarına mukabil, hat sanatında bir gerileme olmayışı şu üç sebebe bağlanabilir:

1-Bünyesine tesir edebileceği benzeri bir sanatın Avrupa da bulunmayışı,

2-Uslûp sahibi hattatlar elinde usta-çırak esasına göre sağlam kaidelerle nesilden nesile intikali,

3-Zamanla, kendi bünyesi içinde yenilenme kabiliyetine sahip oluşu.


İslâm âleminde pek yaygın bir söz vardır: Kur ân-ı Kerîm Hicaz da nâzil oldu, Mısır da okundu, İstanbul da yazıldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder