Hat malzemeleri

Kalem

Hem mûsıkî âleti (ney) hem de kalem olarak kullanılan kamış, bu kudretiyle İslâm ve doğu âleminin esrarlı havasını aksettiren belki yegâne âlettir. Sıcak ülkelerin nehir ve göl kenarlarındaki sazlıklardan alınan kamış, koparıldığı hâliyle kalem olma vasfından uzaktır. Sarımsı beyaz renkli olan bu kamışlar kurumaları için uzvî sıcaklığı daima muhafaza eden gübre içine konulur. Burada yavaş yavaş suyunu kaybedip sertlik kazanırlar ve cinsine göre, kırmızımsı, kahve veya açık yahut koyu kahverengine, hattâ siyaha dönerler. Kalem açılıp da kullanılmaya başlandıktan sonra, kâğıda temas eden ağız kısmı zamanla bozularak yeniden açılmak icab eder. Ancak Mushaf gibi yazılması uzun süren kitaplarda bunun mahzûru vardır. Kalem yeniden açılırken ağzının genişliği kıl kadar farklı olsa, bu, hele Nesih gibi ince yazılarda büyük bir estetik kusur teşkil eder. Böyle uzun metinleri ince hat ile yazmak için Cava Adası nda yetişen bir tropikal ağacın yaprak diplerindeki siyah renkli sert, düzgün ve ince uzantıları işte bu maksadla kullanılır ve Cava Kalemi adıyla bilinir, bunun ağzı kolay aşınmaz.

Yazının kalınlığı arttıkça kalemin ağzını da ona göre açabilmek için, ney kalınlığında kamışlardan (buna kargı kalem denir) veya sert bambu kamışlarından faydalanılır. Kamış kalem, açmak için sol elin içine yatırılarak, orta boşluğu ve cidârı bâdem biçiminde görünene kadar, yukarıdan aşağıya meyilli olarak yontulur. Dil gibi uzadığı için kalem dili denilen bu yassı kısmın iki kenarı, kalem ağzının ne kadar genişlikte olması isteniyorsa ona göre alınır. Kalemin ağız kısmının birkaç santimetre çatlatılarak iki yakaya ayrılmasına kalem şakkı denir. Bunun yapılışında kalemin boyuna paralel çatlatılması, eğri olmaması icab eder. Arada hâsıl olan ve ince bir hazne vazifesi gören bu çatlağa mürekkep dolarak, yazarken devamlı bir şekilde aşağıya akar. Kalemin kalemtraş yardımıyla şakk edilirken maktâ (her ikisi de ayrıca tanıtılacaktır) üzerindeki yive oturtulması lâzımgelir. Kalemin ağzının kesilip düzeltilmesi de maktâ üzerinde yapılır. Bu kesme işlemine kalemi maktâ a vurmak veya katt-ı kalem denilir. Kullandıkça ağzı bozulacağı için harfler pürüzlü olarak çıkmaya başlar. Bu takdirde yeniden maktâ a vurulur. Ta lîk kalemi Sülüs e nazaran daha az eğri ağızlıdır. Nesih kalemi ondan da az, Rık a kalemi ise düze yakın eğriliktedir. Kalemi, ağzındaki eğrilik kâğıda tamamiyle intibak edecek şekilde tutup, yukarıdan aşağı dik olarak hareket ettirmekle ince, sağdan sola yürütmekle kalın harf kısımları yazılmış olur. Harflerin ölçüleri nokta ile tespit edildiği, nokta da kalemin ağız genişliğine bağlı olduğu için, kalem, hat sanatında estetiği sağlayan en önemli unsurdur.

Divit, Kalemdan, Kubur

Kalemler bâzen divit adıyla anılan yandan hokkalı kalem mahfazalarında, bâzen de kalemdan (kalemlik) denilen, silindir yahut sandık biçimi, sade veya sanatlı kutular içinde saklanır. Kalemdanın silindir biçiminde olanlarının adı da kubur dur.

Kalemtraş

Zamanımızda kurşunkalemin içinde döndürülerek açıldığı kalemtıraşla, eskiden kamış kalem açmak maksadıyla kullanılan kalemtıraşın bir şekil benzerliği yoktur. Kalemtıraş tig denilen kesici kısım, kıymetli malzemeden yapılmış sap, bu ikisini birbirine bağlayan parazvana dan meydana gelir. Boyu 10-20 cm arasındadır.

Makta

Maktâ 2-3 cm eni, 10-20 cm boyu olan, 2-3 mm kalınlığında kemik veya fildişi bir plakadır. Bağa ve sedeften yapılan da makbûldür. Kalemin şakk ve katt ameliyesi, cam, mermer yahut maden gibi sert satıhlı yerde yapılırsa kalemtıraşın kesici ağzı zedelenip zamanla kullanılmaz hâle gelir. Maktâ üzerinde, kamış kalemin çapına uygun yiv bulunan küçük bir çıkıntı bırakılmıştır. Maktâ ın bir ucuna doğru yer alan bu yive, kalemin sap tarafı, sağa-sola kaçmaması için tesbit edilir. Kalemtıraşın keskin ağzı, kalemin boyuna paralel olarak tutulup iç veya dış tarafından kalem şakkolunur. Yine yive oturtularak kalemin kattı da tamamlanır. Maktâ imâlini bilhassa Mevlevî dervişler; çakı, mil ve kıl testere yardımıyla ince bir sanat hâline getirmişler, eserlerini nakış, çiçek, yazı ve Mevlevî sikkesiyle süsleyerek, bu âletin pek latif numûnelerini ortaya koymuşlardır.

Kâğıd

Eskiden kâğıdlar bugün olduğu gibi doğrudan doğruya yazı yazabilecek şekilde fabrikadan çıkmazdı. Hariçten (Çin, Hindistan, Buhara, Avrupa...) olsun, yerli imalâthânelerden (Kâğıdhâne, Yalova, Bursa, Beykoz...)olsun; gelen kâğıdlar, pürtüklü ve kalemin yürümesine müsait olmayan bir hâldeydiler. Hattâ bâzıları mürekkebi yayarlardı. Bunları kullanabilmek için terbiye edilmeleri şarttı. Umumiyetle beyaz renkte olan bu ham kâğıd lar gözü yorduğundan, önce arzu edilen renge boyanır, sonra âharlenir (cilâlanır), nihayet âharin kâğıda tesbiti ve pürüzlerin giderilmesi için mührelenir, yâni tazyikle âdeta ütülenip parlatılır.

Kâğıdı boyamak için, ekseriya nebatlardan istifade edilmiştir. Renk veren nebâtî madde kaynatılır, o rengi alan su bir tekneye boşaltılır; kâğıdlar içine batırılır, suyu emerler, kurutulunca istenen rengi alırlar. Yahut da bu renkli su bir sünger veya pamuk yardımıyla kâğıd üzerine sürülür sonra kurutulur. Bu usûlde sürülme yolları leke gibi belli olabilir. Kâğıd boyamakta kullanılan maddelere ve verdikleri renklere birkaç misâl: Çay (krem rengi), cevizin yeşil dış kabuğu veya nar kabuğu (kahverengi), cehrî tohumu (sarı), al bakkam (kırmızı), mor bakkam (mor), şekerciocağı isi (şeker rengi), soğankabuğu (kırmızımtırak)... En çok krem renginin tercih edildiği boyama işleminden sonra, sıra âharlemeye gelir. Eski usûlle cilâlanmış kâğıda bir koruyucu tabaka teşkil eden âhar, is ile hazırlanan mürekkebi kâğıdın bünyesine geçirmeden kendinde tutar. Bu hususta en çok kullanılan usûl, şapla kestirilmiş yumurta akının kâğıd üzerine 1-2 kat süngerle sürülmesidir. Âharlenen ham kâğıd eğer bir hafta içinde mührelenmezse, daha geç yapılacak mühreleme işlemi sırasında çatlamaya başlar, kâğıdın terbiyesi için verilen emekler boşa gider.

Mührelenecek kâğıdlardan bir tabaka, mühre tahtası veya pesterk denilen; damarsız olduğu için ıhlamur ağacından hazırlanması tercih edilen büyükçe bir tahta üzerine konulur. Tahtanın çok düzgün, içe hafif kavisli ve eksiz olması şarttır. Mührenin rahatça kayabilmesini sağlamak maksadıyla, kuru sabuna sürülmüş bir çuha parçası, mührelenecek kâğıdın üzerinde gezdirilir. Sonra çakmak mührenin tahtadan yapılmış iki kolundan tutularak, çıkıntılı taraftaki çakmaktaşı alta gelecek şekilde, kâğıda tazyikle sürülmeye başlanır. Kâğıd serbest bırakılarak mühre ileri-geri muhtelif istikametlerde hareket ettirilir.

Kâğıd hemen pırıl pırıl parlar ve ütülenmişçesine düzelir. Mührelenen kâğıdlar üst üste konularak ağırlık yardımıyla baskıya alınırlar. Bir yıl kadar dinlendirildikten sonra, kalemin rahatça yürüyüp yazabileceği bir hâle gelirler.

Mürekkeb

İs Mürekkebi

Tarihimizde ve bilhassa hat sanatında kullanılan is mürekkebi ni, Çin (veya galatı: Çini) mürekkebiyle karıştırılmamalıdır. Bu mürekkebin yapılışı ve kullanılma yerleri çok ayrıdır. İs mürekkebinin terkibindeki is, yakılınca is veren bezir yağı, balmumu, neft yağı, gaz yağı gibi maddelerden elde edilir.

Çıradan veya zeytinyağından çıkan is çok yağlı olduğu için makbul sayılmaz. İs mürekkebinin terkibine giren ve onu kâğıd üzerinde tespit eden arapzamkıdır. İs mürekkebi yapmak için pek çok formüller yazılı olarak devrimize kadar gelmiştir. Bu mürekkebin hazırlanış tarzı zamanla değişmiş ve nihayet en gelişmiş terkibin is, zamk eriyiği ve saf su dan ibaret olduğu görülmüştür.

Sanat eserlerini yazmak üzere kullanılan mürekkep, kendikendine kurumaya terkedilirdi. Resmî yazıların kurutulması için yazının üzerine rıh (veya rîk) denilen bir çeşit ince kum dökülürdü.

Geçmiş yüzyıllarda okuryazar zümrenin hokka içinde daima yanında taşıdığı is mürekkebinin, zamanla hiçbir surette solmadığından, Batı usûlü mürekkebe karşı çok üstünlüğü vardır. Bugünkü kalem sisteminde kullanışlı olamaz: Kamış kalem için mükemmeldir. Modern çağda çıkan siyah boyaların hiçbiri onun yerine konamaz. Çünkü bu mürekkep bir is süspansiyonudur. Yâni, is parçacıkları erimeden zamkın yardımıyla suda asılı kalmışlardır. Âharli kâğıda yazıldığı vakit satıhta kalır, silinip kazınmaya, hattâ yalanmaya elverişlidir. Bu ise, eski sanat yazılarımız için gerekli olup, okumuş-yazmış kimseler hakkında kullanılan fazla mürekkep yalamış tâbiri de buradan gelir.

Renkli Mürekkepler

Tarihimizde hayli değişik renklerde mürekkep yapılmışsa da, en ziyade kullanılanları sarı (zırnık), kırmızı (lâl), beyaz (üstübeç) ve altın (zer) mürekkepleridir.

1-Zırnık Mürekkebi :

Zırnık adıyla bilinen tabiattaki sodyum ve arsenik sülfürün zahmetlice ezildikten sonra arapzamkı mahlûlü ile karıştırılması, sarı renkli bu mürekkebi verir.

2-Lâl Mürekkebi :

Lotur + şekerci çöğeni + şap + su muayyen nisbetlerde karıştırılıp kaynatıldıktan sonra suyu alınır ve bunun içine kırmızböceği nin kurutulmuşu, iyice dövülerek ilâve edilir. Tekrar kaynatılmakla elde edilen lâl mürekkebinin, pek câzip kırmızı rengi vardır.

3-Üstübeç Mürekkebi :

Zırnık yerine üstübeç kullanılarak, aynı usûlle yapılır. Bilhassa mushafların sûre başlıklarını, altın zemin üstüne yazmakta kullanılır.

4-Altın Mürekkebi :

Husûsî sûrette dövülerek mikronla ölçülecek kadar inceltilmiş yüksek ayarlı altın varakların koyu arapzamkı mahlûlü veya bal yardımıyla bir çini tabakta uzun emekle ezilmesi ve suyla yıkanıp süzülerek bir başka tabağın dibinde toplanması, bize bu mürekkebin esası olan altın zerrelerini verir. Kullanılacağı zaman jelatinli su ilâvesiyle ve fırçasıyla kamış kalemin ağzına sürülüp yazılır; zer-endûd (sürme altın) yazıların esası budur.

Hokka

Küçük kutu mânâsına gelen Arapça bir kelimedir. Yazı yazmak için kamış kalem ve is mürekkebinin kullanıldığı devirlerde, yazı takımlarında veya yazı çekmecelerinde hokka olarak, okur-yazar zümrenin üzerinde taşıması için ise divit şeklinde mutlaka bulunan mürekkep hokkası, kültür hayatımızın en mühim unsurlarından biriydi. Mâdenî hokkalar, müstakil olmaktan ziyade, içine kamış kalemlerin konulduğu kubur denilen, silindir biçimindeki kalemdanların dip yanına çıkıntılı olarak tutturulurdu. Eski hokkalara mürekkep doğrudan doğruya konulmaz; lika denilen ham ipekten bir tutam, hokkanın içine yerleştirilip de mürekkep bunun üzerine dökülürse, lika mürekkebi sünger gibi emer ve kalemin hafifçe likaya bastırılmasıyla lüzumu kadar mürekkebi kalemin ağzını bular.

Mıstar

Yazı sanatında yer alan harf veya harfler topluluğunun satır içinde duruşu ve belli bir çizgi hizasında dizilişi, birtakım kaidelerle belirlenmiştir. Latin alfabesinde de bu böyledir. Tarihimizde satır çizgilerini belirtmeye yarayan ve mıstar (satırlık) adıyla tanınan bir basit âlet benimsenmiştir. Yazma eserin tertibinde, yazının kaplayacağı sahadaki satır düzeni bu maksat için kullanılacak kamış kalemin nokta boyutuna göre hesaplanır ve sahife büyüklüğünde bir mukavva üzerine çizgiyle tespit edilir. Satırın başı ve sonu iğneyle delinir.

Mıstar ın kullanılması şöyle olur: Âharlenmiş kâğıdların her bir tabakası sahife düzenine göre mıstarın üstüne yerleştirilerek, henüz yıkanıp yağdan arındırılmış parmaklar, ibrişimin kabarıklığıyla hissedilmekte olan satır çizgileri üzerinde dolaştırılırsa, bunların izi kâğıda çıkar ve metinler bu çizgi izine göre yazılır.

Yazı Altlığı

Eski hattatlar sandalyede oturup masa üzerinde yazmazlar, sedir veya mindere yerleştikten sonra, sağ dizlerini dikerek onun üstünde yazarlardı. Bakış açısının 90 derece olarak muhafazası ve kâğıdın dizde düzgün durabilmesi, eskilerin zîr-i meşk (meşk altı) dedikleri takriben 20x25 cm ebadında kaba kâğıdların üstüste tutturulmasıyla hazırlanan bir altlığın dizüstüne konulmasına bağlıdır. Sert bir satıh kullanılmayışı, ele serbest hareket imkânı sağlamak içindir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder